7 Eylül 2009 Pazartesi

Neyse Halim Çıksın Falim


Zeynep Devrim Gürsel'in ‘Neyse Halim Çıksın Falim’ adlı belgeseli yönetmen ve filmde yer alanların bir kısmının katılımıyla Mithat Alam Film Merkezi'nde 2 Eylül akşamı ilk gösterimlerinden birini yaptı.
Kahve falı üzerinden giderek Türkiye-Avrupa birliği ilişkilerinin geldiği noktayı kısaca anlatan belgesel zaten yıllardır gündemde olan bu adaylık sürecine güncel bir açıdan yaklaşmış. Avrupa Birliği ve Türkiye ile ilgili konuda uzman kişilerin fikirlerine başvurmaksızın ilişkilerde şu an durduğumuz noktayı gösterirken Avrupa Birliği hakkında fazla konuşmadan, kahve falı üzerinden giderek iki taşla bir kuş vurmuş sanki. Fallarda anlatılanlar her ne kadar falın kişisel niyetle kapatıldığı öngörülüp anlatılanlar olsa da yönetmen arşiv taramalarından çıkardıkları sayesinde filmde anlatılanları bir potada eritmeyi başarıyor. Yönetmenin bir konuyu başka bir konu üzerinden anlatmaya çalışmasını, hele ki kahve falı gibi çokça aşina olduğumuz bir konuyu araç olarak seçmesini çok beğendim.

Yalnız bu üslup izleyici için keyifli olsa da belgeseli yapanın elindeki hamurla çok fazla oynadığı hissiyatını veriyor. Belgeseldeki çeşitliliğin arttığı şu son senelerde eldeki malzeme ile çok fazla oynanmasının hangisi belgesel film olur hangisi olmaz başlığı altındaki tartışmaları teorik olarak beslemesi ihtiyacını fazlasıyla ortaya çıkardığını düşünüyorum. Bu film için konuşmak gerekirse konuya yaklaşımın belgesel de olsa kurmaca da olsa kişisel bir noktadan görüneni anlatmak olduğunu, belgesele tarafsızlık gibi zor bir görevin yüklenemeyeceğini hatırlatmaktan geri durmamış yönetmen. Yönetmenin filmin içinde olmasının ve yönetmenin ucundan da olsa çoğu zaman kadrajın içine dahil edilmesinin hatta bazen tamamen görünmesinin ya da çok az da olsa konuşmalarda kendini fark ettirmesinin bu filmde yönetmenin varlığını ve filmlerin eninde sonunda kişisel bir ürün olduğunu unutmamamızı sağlıyor ancak belgesel sinema adına çelişkili bulduğum nokta tam da buraya denk geliyor: Müdahalenin kıstasları nelerdir?

Bu müdahalenin kıstaslarını büyük oranda belirleyenin belgesel yapan kişinin belgesele başlamadan önceki motivasyonunda saklı olduğuna inanıyorum şahsen. Bu açıdan bakınca belgeselin senaryosu nasıl olur tarzında sorularla aynı grupta düşünebileceğimiz başka sorular ortaya çıkıyor: Belgesel yapan kişinin motivasyonu nedir? Sürece kendini bırakmayı kabullenerek sadece sorularıyla mı başlamalı mı kişi? Ya da yapan kişinin kendi gözünden çok net olan bir mesajı aktarmak için kullandığı bir araç mıdır belgesel? Son soruma cevap fikrini yayma amacı taşıdığı ölçüde propaganda filmi yönünde olabilir ama bu amacı taşımıyorsa gene de sinemasal anlatım kullanacaksa belgeseli mi tercih etmelidir? ‘Neyse Halim Çıksın Falim’ filminin motivasyonu nedir diye yaklaştığımızda filmin bir fikri yayma amacı olmadığını ama yönetmenin aklında çok net olan bir fikri paylaşmak için bu filmi yaptığını söyleyebiliriz. Bununla ilgili olarak bir de yönetmenin filmden sonraki söyleşisinden faydalanmak istiyorum. Yönetmen Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği hakkında filmin bir mesajı olmadığını belirtmişti, filme sponsorluk arayışında Avrupa Birliği’ne üyeliğimize evet ya da hayır demeyen, bu konuda mesajsız bir film olduğunu başkalarına anlatmak için uğraştığından bahsetmişti. Bunun yanı sıra Avrupa birliği üyelik süreciyle ilgili çok net göstermeye çalıştıkları var, yani konunun bir alanda mesajsız kalması öteki alanda mesajsız kaldığı anlamına gelmiyor ve bu konuda filmin mesajını oldukça net verdiğini düşünüyorum.

Kafamı kurcalayan bir başka soru ise müdahalenin ölçüsü çok fazla olacaksa, söylenmesi istenen cümle daha çekimler yapılmadan netleşmişse, bu yönde arşiv taranacak ve çekimler bu amaçla kullanılacaksa neden başka bir isim vermiyoruz bu filmlere? Çok arada kalmışlık koksa da belgesel film yerine belgesel tarzında kısa film dersek özünde müdahalenin fazlalığına işaret ederek izleyicinin karşısına daha dürüst çıkmaz mı filmler?

Bunca sorunun ardından filme geri dönersek yönetmenin kendini filmde gösterdiği noktalarda o ana müdahale ettiğini görmüyoruz ya da yönetmenin belgeselin sonuna kadar müzik kullanmaktan kaçınması da müdahaleyi az tutmak istediğine bir işaret olabilir. Bütün bunları unutmadan belgeselin görselinden içinde geçen konuşmalara ve en önemlisi filmin kurgusuna bakarsak şimdiye kadar ki sorularla beraber bu film belgesel film olarak değerlendirilmeli mi gerçekten?

Bütün bu sorular ve filmin üzerinden giderek kendime cevap aradığım noktalar temelde filmi aşan ama belgesel film ekseninde daha çok tartışılıp yazılması gereken konular. Zeynep Devrim Gürsel’in filminden ve tarzından şahsen çok keyif aldım ama film bittiğinde aklımda kalan belgesel sinema hakkında ne kadar az tartıştığımız ve bu konuda gidilecek çok yolumuz olduğuydu.